Darağacı, idam mangaları, kör kuyular veya yeraltı hücrelerinde süresiz zindan kötü yönetim ve kanlı bir diktatörlükle özdeşleşmiş kelimelerdir. Baas rejimi altında, Suriye’de herhangi bir muhalefetin çıkması, bu tür felaketlerle sonuçlanıyordu. Esad ailesine yakın olmak, bu rejimin bir parçası olmak demekti; aksi takdirde bir gün yok edileceğinizin garantisi vardı. On binlerce masum insanın hayatının sona erdiği bir diktatörlükten bahsediyoruz. Şimdi ise, Suriye’de geçen bu kanlı sürecin nasıl başladığını, nelerin yaşandığını ve gelecekte nelerin olabileceğine bakacağız. Özellikle Türkiye üzerinden değerlendirerek, 2011’de özgürlük talepleriyle patlak veren isyanların küresel bir rekabet alanına dönüşmesini ele alacağız.
Son zamanlarda Türkiye’de sıkça duymaya başladığımız “Suriyeliler artık gitsin. Savaş bitti sonuçta” söylemleri, gerçek durumu yansıtmıyor. Gazetecilik kariyerimin büyük bir kısmını Suriye iç savaşının gözlemlerine ayırdım ve savaştın bitmediğini biliyorum. Savaş sonrası dönemde, dönen Suriyelilerin yaşadığı zorlukları düşünmek dahi ürkütücü. Şam’ın düşüşü 8 Aralık’ta gerçekleştiğinde, muhalefetin kazandığına inanılmaz derecede tanıklık ettik; ancak şamda hayata dair daha karanlık detaylar da gün yüzüne çıkmaya başladı.
Suriye’nin modern tarihine bakacak olursak, 27 Kasım’da başlayan ve 8 Aralık’ta sonuçlanan devrimin yalnızca 12 gün süreceği düşünülse de, gerçekte Beşar Esad’ın 61 yıllık bir yönetiminin sonunu simgeliyor. Esad, 1963’te iktidara gelen Arap Sosyalist Baas Partisi’nin 53 yıllık hakimiyetinin son temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor. Hafız Esad, 1970’te kayıplar verdikten sonra iktidara geldi. O dönemde başta 1982 Hama katliamı yaşanmış, 30 bin sivil yaşamını yitirmişti.
2011’de, Arap Baharı’nın etkisiyle büyük bir heyecanla başlayan halk ayaklanmasında, Dera’daki üç çocuğun okulda yaptıkları bir yazı tüm olayları tetikledi. “Sıra sende doktor” yazısı, 13 yaşındaki Hamza El Hatib’in tutuklanmasına ve işkence görmesine neden oldu. Ülke genelinde genişleyen halk ayaklanması, birkaç gün sonra 15 Mart 2011’de patlak verdi.
Esad ailesinin kökenleri Nusayriye’ye dayanıyor ve bu nedenle toplum üzerinde baskı kurmak için sürekli askeri güç kullandı. Baas rejiminin en korkulan gücü ise “Şebbihalar” olarak adlandırılan milis güçleriydi. Devrim sürecinde bu milisler ülkenin birçok yerinden kaçmaya, muhalif gruplara katılmaya başladı. 27 Kasım’dan 8 Aralık’a kadar geçen zamanda, Esad’ın ordusu birbirine sıklıkla düşmeye ve sonuçta silahlarını bırakmaya yöneldi.
O dönemde muhaliflerin galibiyeti Avrasya’nın güç merkezlerinin dikkatini çekti. Iran, 2013’te Suriye savaşına müdahale ederek Esad’ı desteklemeye başladı. Fakat Esad, bağlı olduğu güçlerden yeterli desteği alamadı, bu durum Suriye iç savaşını küresel bir güç mücadelesine dönüştürdü. Savaşın uzamasıyla Suriye’ye müdahil olan güclerin başında Rusya, ABD ve İran yer alıyordu. Ancak bu güçler Suriye’deki halk ayaklanmasını göz ardı ettikleri için savaşı tam kontrol altına almayı başaramadılar.
Suriye’deki karmaşa, Türkiye’nin dışpolitikası üzerinde büyük etkiler yarattı. 2011 yılındaki olaylar sırasında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu durumu ‘iç mesele’ olarak değerlendirirken, Türkiye muhalefet ile olan irtibatını kesmedi. Türkiye, farklı ülkelerin karşıt