Son günlerde sıkça tartışılan bir konu, “boş tencere iktidarı neden yıkamıyor?” sorusu etrafında dönerken, merhum Süleyman Demirel’in “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözü akıllara gelmektedir. Bu sözün ışığında, belki de boşuna sıkıntı duyuyoruz. Özellikle iktidara oy verdiklerini düşünen çevrelerin bu duruma nasıl yaklaştığına dair yanıt arayışları, toplumun bir kesiminde büyük bir merak konusu. Zamanla, bu durumda farklı sorular da gündeme gelebilir.
Türkiye’de “boş tencere koalisyonu” olarak adlandırılabilecek bir durumun varlığı dikkat çekiyor. Geçtiğimiz hafta bu konuya değindiğimde, hükümetin yanlışlıklarının üzerine gizlenerek bulanık suda balık avlama stratejisi üzerinde durmuştum. Ancak, bu boş tencerenin ne kadar dolu veya boş olduğu, kimlerin bu tencereye etki ettiği ve vatandaşların bu konuda ne düşündüğü soruları gündemi meşgul ediyor. Ayrıca, vatandaşların hükümeti ne ölçüde sorumlu gördüğü, serbest soygunculara hangi payı ayırdığı da önemli. İnsanların boş tencereyi tercih etmelerinin sebepleri nedir? İşte bu soruların cevabı, savunma mı yoksa refah mı sorusuyla karmaşık bir şekilde iç içe geçiyor.
Savunma mı, Refah mı? Bu soru yalnızca Türkiye’de değil, İran, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Mısır, Somali, Pakistan, Afganistan, Kuveyt, Arap Emirlikleri gibi pek çok bölgede de sorgulanabilir. Yerel koşullar göz önüne alındığında, bu soruya verilecek cevaplar ne olacaktır? Savunmanın refahı sağlamada bir engel teşkil edip etmediği tartışmaları da önemli bir noktada birleşiyor. Yani birini seçmek zorunda mıyız? İkisini birden istemek mümkün mü? Örneğin, savunmanın iki farklı biçimde refah sağlayabileceği durumlar vardır; bunlardan biri sömürgecilik. Askeri güçle bir ülkeyi işgal edip, doğal kaynaklarını istismar ederek kendi çıkarlarımız doğrultusunda refah elde edebiliriz. Diğer bir yol ise, askeri ve istihbarat gücümüzü kullanarak bu tür hamleleri boşa çıkarabilmek ve bu sayede kaynaklarımızı kendi insanımızın refahı için kullanabilme imkanını elde edebiliriz. Bu durum, güçlü bir diplomasi ve işbirliği ortamı sağlamak için de faydalı olabilir.
Türkiye, şu an tam da böyle bir kavşakta yer alıyor. Her şeye rağmen, refahı sağlamaya yönelik çabaların savunmayla birlikte yürütülmesi gerekiyor. Yoğun gündemler, insanları rahatsız edip, tencereye uzanan ellerin gölgede kalmasına neden olmamalı. Kiraların, marketlerdeki fiyatların artışı ve yüksek faizler, halkı zora sokarken, toplumda “bu at bu arabayı çekmez” türünden düşüncelerin özellikle yaygın hale geldiğini görüyoruz. İnsanlar artık zorlukların ardından gelecek kolaylıkların peşinde, sabırla, umutla ve dualarla beklemek durumundalar.
Sonuç olarak, Türkiye’nin refah ve savunma açısından sürdüreceği politikalar ve halkın bu politikalara tepkisi, bilinçli ve kararlı bir yaklaşım gerektiriyor. Gelecek için umut taşımak gerek: Sağlıcakla kalın.
Prof. Dr. Hakan Aydın
Haber7