“`html
Son günlerde gündemi sarsan bir tartışma, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaşandı. İletişim Başkanlığı’nın yaptığı sunum esnasında, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Milletvekili ve Komisyon Başkanı Adem Yıldırım, Demokrat Parti (DEVA) Milletvekili Nevroz Aslan’a yönelik sert bir çıkışta bulundu. Yıldırım, Aslan’a “Sizde Stockholm sendromu mu var?” diye sordu. Bu ifadeler, Aslan’ın Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile olan yakınlığını eleştirmek amacıyla kullanıldı. Yıldırım, Türkiye’de dil, din, kıyafet gibi konuların yasaklandığı bir dönemi kastederek, CHP’yi hedef gösterdi.
CHP’li vekil Mahmut Tanal ise Yıldırım’a karşılık vererek, “Başına CHP kadar taş düşsün” şeklinde bir itirafta bulundu. Tanal, AKP’nin iktidara gelmeden önce bu ülkede dinin nasıl bilindiğine dair eleştirilerde bulunarak, “Bu ülke dini senden mi öğrendi? AKP’den önce kimse dinini bilmiyordu, AKP’den önce kimse ibadetini bilmiyordu, hepsi sizden öğrendi değil mi?” sözlerini sarf etti. Tanal’ın bu sözleri karşısında Yıldırım, “Tabii ki öyle oldu” şeklinde bir itirafta bulundu, bu durum ise oldukça dikkat çekti.
Bu cümlelerin ardından Tanal, “Dini istismar ettiniz, dini perişan ettiniz” diyerek AKP’nin din üzerinden siyaset yapma çabasını eleştirdi. AKP’nin mevcut politikalarına yönelik bu sert eleştirilerin ardından Nevroz Aslan, tartışmaya katılarak, “Yirmi iki yıldır bu ülkeyi AKP yönetmiyor mu? 2016’da Kürtçe eğitim veren 57 tane okulu siz kapattınız” dedi. Bu sözler, AKP’nin eğitim politikalarını ve Kürtçe’ye yönelik yasakları gündeme getirdi, böylece bu tartışma daha da derinleşti.
‘Stockholm sendromu’ ifadesi, burada yalnızca bir eleştiri aracı olarak kullanılmakla kalmadı; aynı zamanda Türkiye’deki siyasi iktidar ile muhalefet arasındaki derin uçurumu ve karşılıklı suçlamaları da sembolize etti. Türkiye’de siyasi tartışmaların giderek sertleştiği ve karşılıklı suçlamaların arttığı bu dönemde, bu tür ifadelerle yapılan yorumların taraflar arasında ne kadar büyük bir nefret ve düşmanlık yarattığı gözler önüne serildi.
Yaşanan bu tartışmanın, Türkiye’deki muhalefet partileri arasında, özellikle de CHP ve DEVA arasında ne denli bir gerginlik yarattığını göstermesi açısından önemli olduğu anlaşılmaktadır. İki parti arasındaki bu tür karşılıklı eleştiriler ve suçlamalar, gelecekte siyasi çalışmalarında etkili olabilecek dinamikleri de belirleyebilir. Böylece, ‘Stockholm sendromu’ gibi kavramlar, yalnızca psikolojik bir durumu değil, aynı zamanda siyasetin nasıl bir araca dönüştüğünü ve bu araçların nasıl kullanılabileceğini de gözler önüne seriyor.
“`