Tarih, 1 Ekim 2024. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kürsüdeki akışıyla yeni yasama yılını açıyor. Erdoğan, hitabının bir bölümünde son derece çarpıcı bir uyarıda bulunuyor. Ancak bu tespit, özellikle muhalif çevrelerde büyük bir yankı buluyor ve gerçeklerden kopuk yorumlar ardı ardına sıralanıyor. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altı buçuk ay önce yaptığı açıklamalara dönmek faydalı olacaktır.
Erdoğan, o dönemde şu ifadeleri kullanmıştı: “Vaat edilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer bizim vatan topraklarımız olacaktır! Netanyahu hayallerine Anadolu’yu da katıyor… İsrail’in saldırganlığı, Türkiye’yi de içine almaktadır… Bedeli ne olursa olsun Türkiye, İsrail’in karşısında durmaya devam edecek, bir insanlık cephesinin kurulması için elinden geleni yapacaktır!” Bu çıkışlar, Erdoğan’ın Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel ilişkilerini ne kadar önemsediğinin yanı sıra, İsrail’in bölgedeki hareketleri karşısında Türkiye’nin tavır alması gerektiğine dair bir uyarı niteliği taşıyor.
Peki, bu ifadelere dönecek olursak, o dönemde neler yaşanmıştı? İsrail’in başbakanı Benjamin Netanyahu, Beyaz Saray’daki bir görüşmesinde ABD Başkanı Donald Trump’tan, Türkiye ile çatışma istemediğini vurgularken, Trump da Netanyahu’ya “Makul olmasını” öğütlemiş ve sorun yaşaması durumunda öncelikle kendisiyle iletişime geçmesini istemişti. Bu aynı zamanda, Suriye yönetimiyle Türkiye arasındaki askeri işbirliği zemininde varılan mutabakatların ve Türkiye’nin DEAŞ ile mücadelesinin de bir parçasıydı. Ancak bu süreçte, İsrail savaş uçakları, Türkiye’nin olası üs bölgelerine yönelik bombardımanlar gerçekleştirmişti. Özellikle Golan Tepeleri’ni işgal eden İsrail hükümeti, belirsizlik ortamını kullanarak sınırlarını Şam’a 20 kilometre kadar yaklaşan bir biçimde genişletmişti. Bu durum, Azerbaycan’ın da inisiyatif alması sonrasında Türkiye ile masaya oturmayı zorunlu kılmıştı; Bakü’deki müzakerelerde ise “çatışmasızlık ve ayrıştırma usulleri” ele alınmıştı.
***
Günümüzde ise, Türkiye’nin İsrail’in saldırganlığı konusunda yaptığı uyarılar dikkat çekiyor. Ankara, “Bu tür saldırılar, İsrail’in güvenliğini sağlamayacağı gibi Suriye’deki yeni hükümetin elini zayıflatır. Güvenlik şartlarındaki boşluğu gören asimetrik silahlı unsurlar, yeniden organize olarak İsrail’i hedef alabilir!” şeklinde bir açıklama yaparak, durumu değerlendirmekte. Türkiye, ayrıca İsrail iç dinamiklerini ve bu ülkenin muhakeme biçimlerini sürekli olarak takip ediyor. Bununla birlikte, İsrail’de bir grubun “Davut Koridoru” oluşturma fikrini hala canlı tuttuğu bilgisi de kaydediliyor. Tevrat’tan kaynaklanan bu referansla hareket eden Siyonist düşünce, M.Ö. 3. bin yılda Davut Peygamber’in açtığı yolu yeniden inşa etme hedefinde. Bu strateji, Suriye-İsrail sınırından başlayarak Türkiye’ye komşu bölgeler olan Kamışlı’ya ve hatta Güneydoğu Anadolu’ya kadar uzanmayı gerektiren bir hedef olarak belirsizliğini koruyor. Hâlihazırda, Suriye’nin güneyinde Dürzi gruplarına, kuzeyinde ise Kürtlere ayrılıkçı emeller besleyerek yönelebilmekte.
İsrail, bununla yetinmeyerek, Suriye hava sahasını tamamıyle kontrol altına alma ve karada hâkimiyet sağlama işgallerini de genişletmekte. “Kimseye güvenemiyoruz, mutlak güvenliğimizi sağlamak istiyoruz” tezine, bir nevi meşruiyet kazandırmaya çalışarak, planlarını hayata geçirmeye yönelik adımlar atıyor. Ancak sorulması gereken en
