İzmir’de, eşi Rüya Polat’ı 2016 yılında 28 yerinden bıçaklayarak öldüren A.P., Yargıtay’ın verdiği yeniden yargılama kararı sonucu ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi. Olayın yaşandığı dönemde yaşananlar ve sonrasında gelişen olaylar başlı başına bir dramı yansıtmaktadır.
28 YERİNDEN BIÇAKLAMA OLAYI
İzmir’de, 2016 yılında gerçekleşen bu dehşet verici olay, A.P.’nin eşini, kendi evlerinin içerisinde bıçaklayarak öldürmesiyle ortaya çıktı. A.P. hakkında açılan davada, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılamada delil yetersizliği gerekçesiyle beraat kararı verilmişti. Ancak Yargıtay, A.P.’nin beraat kararını bozarak dosyayı ilk derece mahkemesine geri gönderdi. Bu gelişmeler, cinayet davalarının ne kadar karmaşık ve zorlayıcı olabileceğinin bir göstergesi olmuştur.
Yargıtay’ın yeniden yargılama kararı ile İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşma gerçekleştirildi. Duruşma süreci, hem sanık hem de maktulün aileleri açısından duygusal açıdan oldukça yıpratıcı geçti.
İNDİRİMSİZ MÜEBBET HAPİS CEZASI
İzmir Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği, duruşmada evdeki eşyaların karıştırılmasının ve çekmecelerin dökülmesinin olaya hırsızlık süsü verilmek amacıyla yapıldığını belirtti. Evde herhangi bir hırsızlık olmadığı, maktul Rüya Polat’ın takılarının halen üzerinde olduğu ve kapıda zorlama izinin bulunmadığı gibi delillerin varlığı, cinayetle ilgili önemli ipuçları sundu. Başsavcı Vekilliği, sanığın gömleğinde maktule ait kan bulunması ve olay günü apartmana yabancı birinin girip çıkmadığını da vurguladı.
Yargılama sırasında, tüm bu durumlar ve deliller ışığında, sanığın Rüya Polat’ı “kasten öldürdüğü” kanaatine varıldı. Mahkeme heyeti, A.P.’ye nitelikli kasten öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesine ve bu cezada takdir indirimi yapılmasına yer olmadığına oybirliği ile karar verdi. Bu karar, hem adaletin tecellisi hem de mağdur ailesinin acısını bir nebze olsun dindirmek adına önemli bir adım olarak değerlendirildi.
Bu dava, toplumsal olarak da kadına yönelik şiddetin ne denli yaygın olduğunu ve hukukun bu tür durumlarla baş etme kapasitesini sorgulatmaktadır. Her ne kadar hukuki süreç doğru ilerlese de, yaşanan olayların getirdiği travmalar ve kayıplar, geri dönüşü olmayan birer yaradır. Dolayısıyla, bu tür davaların toplumda yayılmadan engellenmesi, eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları ile toplumsal bir sorun haline gelmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, İzmir’deki bu dava, hem yargı sisteminin işleyişini hem de kadına yönelik şiddetle mücadelede ne tür adımlar atılması gerektiğini göstermesi açısından önem arz etmektedir.