Hataylı depremzedeler, yaşadıkları belirsizliklerle dolu olan ‘rezerv alan’ uygulaması ile mülklerinin akıbeti için tedirgin bir bekleyiş içinde bulunmaktadırlar. Türkiye tarihinin en yıkıcı depreminde evi sağlam kalan Samandağlı Habip Yapar, zamanla aniden gelen bir mesajla büyük bir şok yaşamıştır. Mesajda evinin Hazine’ye devredilmekte olduğunu öğrenen Yapar, yetkililerden aldığı bilgilerle de evinin geleceği hakkında hala net bir bilgiye ulaşamamıştır.
Samandağ’da rezerv yapı alanı ilan edilen 1.6 hektar alanın yanı sıra Antakya ve Defne ilçelerinde de rezerv yapı alanı ilan edilen 207 hektarlık alandaki binlerce mülk sahibi benzer bir belirsizlik içerisindedir. 9 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’da yapılan değişiklik ile rezerv yapı alanı tanımına yeni bir bakış açısı getirilmiştir. Bu değişiklikle, hasarların hızlı bir şekilde giderilmesi amaçlanırken, mülk sahiplerinin rızası alınmadan mülklerinin rezerv yapı alanı ilan edilebilmesi birçok eleştiriye yol açmıştır.
Mülk sahipleri, gelecek süreçte karşılaşacakları maliyetler ve akıbetleri konusunda büyük belirsizliklerle karşı karşıyadır. Ayrıca ölen bir mülk sahibinin tapusunun Hazine’ye geçmesi durumunda varislerinin hak kaybına uğrama riski, mülk sahibinin borçlarını ödemeden tapusunu satamaması gibi birçok soru işareti bulunmaktadır. Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin rezerv alan uygulamasını hızlı bir şekilde afet bölgesinin yeniden imarını sağlamak olarak açıklaması, mülk sahiplerini tatmin etmemektedir.
Hatay’da 50,000 kişinin etkileneceği tahmin edilen rezerv alan uygulaması, mülk sahiplerinin belirsiz bir gelecekle karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Mülklerini kaybetme korkusuyla, evlerini tahliye etmeye başlayan insanlar, geleceğe dair endişelerini artırmaktadır. Avukat Ecevit Alkan’ın belirttiği gibi, mülk sahiplerinin uygulamaya dahil edilmeden karşılarına konan faturayı ödemeleri beklenmektedir.
Samandağlı avukat Orhan Özen’in ifade ettiği gibi, rezerv yapı alanı uygulaması mülkiyet haklarını ihlal etmektedir ve mülk sahiplerinin haklarının korunması konusunda net bir plan bulunmamaktadır. Bu nedenle, mülk sahipleri dava yoluna gitmekte ve haklarını savunmaktadırlar. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın uygulamaya yönelik savunmasında, mülk sahiplerinin sadece bireysel taşınmazlarına hak sahibi olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, vatandaşlarının haklarının korunması gerektiği vurgulanmaktadır. Sonuç olarak, mülk sahipleri ve devlet yetkilileri arasındaki belirsizliklerin giderilmesi ve adil bir çözüm bulunması için sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir.